Bir ilişkide nasıl biri olduğunuzu hiç düşündünüz mü?
Bu soruya tüm ilişkiler dahil; nasıl bir eş, nasıl bir arkadaş, nasıl bir evlat, nasıl bir anne-babasınız?
Cevabınız hep fedakar, alttan alan, sabreden, içine atan, uyumlu, çaba gösteren ve genelde aynı miktarda çabayı karşı taraftan alamayan, ilk adımı atan, ilk özrü dileyen, ilişki bozulmasın diye elinden geleni yapan biri ise bu yazıyı okumaya devam edin.
Muhtemelen bir arkadaş grubuyla buluşacağınız zaman nereye gidelim sorusuna “bana fark etmez size neresi uygunsa gelirim” diyen birisiniz. Gidilecek yeri istemeseniz bile diğerleri istiyor ve keyif alıyorlar diye kabullenir ortama ayak uydurursunuz. Yine aynı şekilde, bu arkadaş grubunda kırıldığınız bir şey olduğunda kolayca dile getiremezsiniz çünkü yanlış anlaşılmaktan ve aranızın bozulacağından kaygılanırsınız. İnsanlar size sorunlarını anlatmaktan hoşlanırlar çünkü çok iyi bir dinleyicisinizdir, ancak sizin bir sorununuz olduğunda sizin onlara gösterdiğiniz emeğin birebir karşılığını alamazsınız. Çevreniz tarafından “yardımsever, temiz kalpli” biri olarak tanımlanırsınız, bir derdi olan size koşar. Kendinize döndüğünüzde, onlardan olumsuz bir dönüş almasanız bile sorunları dinlemeyi sorunları paylaşmaya tercih edersiniz.
Romantik ilişkilerinizde genelde kendinizi “bu ilişkinin daha çok seven tarafı” olarak hissedersiniz. Karşı tarafın sevgisinden emin olmak ve kendinizi sevdirmek için hayatınızı onun hayatına göre planlarsınız. Onun en sevdiği yerlere gidersiniz, birlikte onun sevdiği türden dizi-film izlersiniz, ona sık sık karşılık beklemeden hediyeler alırsınız, gün içinde onu sık arayan taraf siz olursunuz. Sizin gönlünüzü almak çok kolaydır, karşı tarafın gönlünü almak için çok çaba harcayan da siz olursunuz. Tartışma anlarında ‘ayrılacağız’ kaygısıyla vermeniz gereken veya vermek istediğiniz tepkileri veremezsiniz. İlişkinin gidişatı sizi tatmin etmese dahi elinizden geleni yapmak için gayret edersiniz, sonucun ayrılık olacağını bildiğiniz zamanlarda bile.
Muhtemelen ailenizde kurduğunuz ilişkide evin çalışkan ve sorumluluk sahibi olanı da sizsiniz. Görevlerinizi eksiksiz yerine getirirsiniz. Hatta annenize, babanıza destek olmak için yaptığınız ufak tefek şeylere aileniz o kadar alışır ki, artık onlar da sizin görevinizmiş gibi davranılır. Yapmadığınızda ise tepki alırsınız, buna rağmen vermek istediğiniz tepkiyi zaman zaman veremezsiniz.
Öncelikle bu cevaplar sizin ilişki dilinizi belirliyor diyebilirim. Belli ki ilişki dili olarak kendinize fedakarlığı seçmişsiniz ve artık çevrenizdeki herkes bunu biliyor ve kabul etmiş. İlişki kurabilmek için bir şeylerden ödün vermeniz gerektiğini benimsemişsiniz. Peki nasıl yapmışsınız bunu?
Fedakarlığı bilmek için önce fedakarlığın ne olduğunu öğrenmek gerekir. Kendinize fedakar birini (muhtemelen aile üyelerinden biri) rol model almış olabileceğinizi belirtmek isterim. Çünkü bu örüntü çocuk yaşta başlar ve çocuklar gözlem-taklit yoluyla öğrenir. Ek olarak yine çocukluk döneminde ‘koşullu sevgi’ almış olabilrsiniz. “Odanı toplarsan seni çok severim” gibi.. Bu da sevilmek için bir şeyler yapmanız gerektiği algısını benimsemenize sebep olmuş olabilir. ‘Koşullu sevgi’ mutlaka sözel olarak alınmasa bile (normalde sizi öpmeyen anneniz sadece odanızı toplayınca öper gibi..) zihin bunun bir karşılığı olduğunu bilir ve kodlar.
Bazı temel inançlar da fedakarlığı etkileyebilir; yetersizlik, değersizlik duyguları gibi. Kişi sevilebilir olmadığını düşündüğünde ihtiyaç duyulan kişi olmakla yetinir. İnsanların ihtiyaç duymalarını sağlamanın en kolay yolu ise onların sorumluluklarını taşımaktan, işlerini halletmekten geçer. Birilerinin isteklerini yaparsa sevilebileceğini düşünür. Fedakarlık sevilme ihtiyacından doğduğu kadar suçluluk duygusundan da doğar. Çocuklukta sürekli olumsuz eleştirilen, suçlu gösterilen, yaptığı işler beğenilmeyen kişilerde suçluluk duygusunu kamufle edebilmek fedakarlık örüntüsü geliştirebilir kişiler.
Eğer böyle bir çıkmazın içindeyseniz ve bunu farkediyorsunuz aslında çözüm için gerekli ilk şartı sağlamış oluyorsunuz. En önemli şart bu durumun farkında olabilmek. Sonrasından, bakış açımızı birden değiştirmek tabiiki de mümkün değil. Adım adım, fazla fazla yaptığımız davranışları, gereksiz fedakarlıkları azaltmamız lazım. Yazının başında da bahsettiğim gibi fedakarlık çok önemli. Olmaması büyük bir sıkıntı iken çok fazla olması da kişisel olarak sıkıntılara sebep oluyor. Bu sebeple burada bir dengeyi kurmak ruh sağlığımız ve yaşamdan aldığımız doyum adına önemli.
Peki ne yapmalı, bu aşırı fedakar örüntüden nasıl kurtulmalı?
Önce bu aşırı fedakar davranıilarınızı tespit edin. Görevleriniz aslında neler ve siz fazladan neler yapıyorsunuz bunları saptayın. Sonra içlerinden en önemsiz gördüğünüzden başlayarak en önemlisine doğru yavaş yavaş azaltarak sonlandırın. Sınırlarınızı belirleyin, hayır kelimesini de hayatınıza dahil edin. Bunları yaptığınızda çevrenizden tepki alacaksınız, insanlar “sen çok değiştin, sen eskiden böyle değildin” gibi şeyler söyleyecekler. Zorlansanız da burada istikrar çok önemli. Bunlar davranışsal değişimler için başlangıçlar ancak ruhsal ve gelişimsel değişimler için terapi desteği almanızı öneririm.